Ekonomi

“Aynı deprem başka bir ülkede olsaydı bu kadar hasara yol açmazdı.”

Kahramanmaraş’ta yaşanan depremle ilgili duygularını paylaşan Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. olabilir. “Bu durum biz bilim insanlarını çok rahatsız ediyor çünkü filmin sonunu görmek pek rahatlatıcı olmuyor” diyor.

Ersoy, binaların depreme karşı dayanıklılığının düşük olmasının temel nedenini çarpık kentleşmeye bağlıyor. Şehirleşmenin gereklerinin titizlikle yerine getirilmesi gerektiğini vurgulayan Ersoy, her depremin ardından dönüm noktası ilan edilmesine rağmen eski alışkanlıkları sürdürmenin yeniden hatalara yol açacağını ekliyor.

Deprem 11 ilimizi etkiledi ve insanlarımızı kaybettik. Önlem alınabilseydi, etki daha hafif mi olurdu, yoksa beklenenden çok daha büyük bir felaket olduğu için normal karşılanabilir miydi?

6-20 Şubat 2023 tarihleri ​​arasında 3 deprem meydana geldi. Bunlar dünyada eşi benzeri olmayan geniş bir alanı etkiledi. Çoğu zaman bir bölgede deprem meydana gelir. Çevre illerden insanlar gelip müdahale ediyor.

Bu depremler o kadar geniş ve geniş bir alanda meydana geldi ki, birbirine yardım etmesi gereken iller zor durumda kaldı. Ne kadar hazırlıklı olursanız olun bu felaket için yapılan planlar geçerli değildi. Aynı şey sadece Türkiye için değil, dünyanın her yerindeki ülkeler için geçerli. Bakın, müdahaleyi kastediyorum. Ancak etki açısından bizim kadar etkilenmezler. İkisinin arasında bir fark var.

“Denetim hayati önem taşıyor”

6-20 Şubat depremlerine çok güzel tepki verdik. Eksikler de bir o kadar fazla çünkü böyle bir plan yok. AFAD’ın müdahale planları var ama etki alanı bu kadar büyük bir afet için yeterli değil. Dediğim gibi dünyadaki bütün ülkeler bizim kadar müdahale edebilir. Ama bir şeyi kaçırmayalım.

Aynı deprem başka bir ülkede olsaydı bu kadar hasara yol açmazdı. Çünkü kurallara uysalardı, kontrolleri iyi olurdu, kullandıkları ekipmanlar yeterli olurdu, binaları çökmezdi ve bu kadar insan ölmezdi. Bizim diğer ülkelerle aramızdaki fark bu. Görüyorsunuz, mevcut deprem yönetmeliği dünyadaki en yeterli düzenlemelerden biri. Dünyanın en büyük inşaat firmaları Türk firmalarıdır ve fabrikalarımız çok iyi demir, çelik ve beton üretmektedir. Peki sorun nerede? Kontrol altında.

“Doğayla savaşırsanız kazanamazsınız”

Bu ülkede yeniden yapılanma barış anlaşmaları 20 kez, muhtemelen daha da fazla yapıldı. Birisi bana bunu açıklayabilir mi? Bu nasıl bir barış? Bir bina durduğu yerde depreme dayanıklı hale geldi ama bizim bundan haberimiz yok mu? Barış diye bir şey yoktur. Huzur olsun diye doğanın şartlarına uygun bir bina inşa edildi. Bu doğayla barış değil, doğayla savaştır.

Bunun kazananı siz olamazsınız. Mümkün değil. Mesela 6 Şubat depreminin maliyeti 100 milyar doların üzerindeydi. Milli bütçemizin çok değerli bir kısmı buradan yok oldu. Her şeyden vazgeçtim. Pek çok değerli insan hayatını kaybetti. Muhtemelen ülkenin geleceği için çok değerli projeleri, bilgileri ve fikirleri olan insanlardı. Belli bir yaşa ulaşmış olan bu insanlar afet sonucu hayatını kaybetmişlerdir. Bu korkunç bir şey.

Bu bölgede yeniden yapılanma sırasında ne gibi önlemlerin alınması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Biz bir deprem ülkesiyiz ve ülkemizde yıkıcı depremlere neden olabilecek birçok fay ve fay zonu bulunmaktadır. Öncelikle bu faylara uygun yerleşim alanlarının seçilmesi gerekmektedir. Zeminin jeolojik yapısına uygun olarak seçilen yerlerde binaların yapılması gerekmektedir. Eğer yer yapılaşmaya uygun değilse, uygun hale getirecek koşulların yaratılması gerekir. Binanın temelinin sismik izolatöre ihtiyacı varsa bunu yapacaksınız. Eğer kazıklanması gerekiyorsa, yapacaksın.

Ayrıca gereksiz, manzarayı bozacak kadar yüksek yapılardan da kaçınılmalıdır. Çünkü bu sadece depremle ilgili değil. Bu tür yapılar şehrin keyfini ve iklimini bozar. Şehir çok büyüdüğünde ve çok fazla bina olduğunda mikro klimatoloji ortaya çıkar. Böylece kırsalda kar yağarken şehirde kar yağmıyor. Çünkü şehir bir ısı adasına dönüşüyor. Kendi iklim tipi oluşur ve bu da doğaya bir müdahaledir.

“Yasalar uygulanmalı ve denetim mekanizmaları işletilmeli.”

Türkiye’de kalkınma atılımları 1950’li yıllarda başladı. Devletçilikten uzaklaşmak, ekonomiyi dış dünyaya açmak adına büyük kalkınma hamleleri yapıldı. İyi şeyler oldu ama buna paralel olarak çok kötü şeyler de oldu. Büyük şehirler hızla büyümeye başladı ve konut ihtiyacı ortaya çıktı. Bu durumda arz-talep istikrarı sağlanamadığı için gecekondulaşma başladı. Bu gecekondulaşma, plansız kentleşmeyi de beraberinde getirdi ve ardından 1966’da gecekondu kanunu çıkarıldı.

Ama şu anda bunları düzeltmeye çalışıyoruz. 2012 yılında çıkarılan kanuna kentsel dönüşüm kanunu deniyor. Bana göre bu kanun, bugünü düzeltmeye yönelik bir reform projesi değil, aslında 1950’li yıllardan beri süregelen yanlışı düzeltmeye yönelik bir projedir. 70 yıldır yapılan bir hatanın bir iki yılda düzeltilmesi mümkün değildir. Öncelikle bir reçete yazmalı ve bu reçeteye harfiyen uymalıyız. Şehirleşme neyi gerektiriyorsa onu titizlikle yapmalıyız. Yasaların uygulanması ve kontrol sistemlerinin yeterince çalışması gerekiyor. Ayrıca ahlaki erozyonun da ortadan kaldırılması gerekiyor.

Türk insanının görgüsünü, dayanışma kültürünü, güzel ahlakını ön plana çıkarmalı ve her şeyden önce eğitime önem vermeliyiz. Eğitim olmadan mümkün değil. Dönüm noktası ilan etmek ve eski alışkanlıkları sürdürmek bizi tekrar hatalara sürükleyecektir.

Gerçek adımlar atmak için ihtiyacımız olan her şeye sahip miyiz?

Her şeye sahibiz. Ekonomik olarak çok zayıf bir ülke değiliz. Dünya ölçeğinde baktığınızda çok zayıf bir ülke değiliz. Biz genç bir ülkeyiz. Nüfusun yarıdan fazlası genç. Hem teknik hem de bilgi açısından güçlüyüz. O zaman sorun ne? Bu, doğru işi yapma konusunda inisiyatif alamadığımız anlamına geliyor. Bu bir anlamda siyasi güçtür.

Bunların iyi kullanılması gerekiyor. Çünkü siyaseti veya bilgiyi ne için kullanıyorsunuz? Bunu insanların yararına kullanmalısınız. Bunu kendi çıkarlarınız için kullandığınızda insanlık zarar görür. En azından genç nesli bu anlamda doğru yetiştirmeliyiz.

“Travma yaşıyoruz ve henüz şoku atlatamadık.”

Bana göre Türkiye’nin mevcut kalkınma hamlesinin en değerli projesi depremdir. Deprem çözülmeden yatırım yapmanın bir anlamı yok. Çünkü bütün o yatırımlar, bütün fiziki yatırımlar boşa çıkmayabilir. Devlet o kadar zengin değil. Depreme dayanıklı şehirler yaratabilmek için binalarımızın sağlam olması gerekiyor. Bundan sonra insanlar hem ruh sağlıklarını hem de fiziksel sağlıklarını korurlar.

Şu anda bir travma yaşıyoruz ve o şoku henüz atlatamadık. Ama bir şey daha var: Travmalar her zaman insanı ezmiyor, kötü şeylere sürüklemiyor. Travmalar insanlık için çıkış ve yükseliş noktalarıdır. En kötüsü gerçekleştikten sonra, büyük bir gelişme atağıyla aniden büyük gelişmeler meydana gelebilir. Tarihsel süreçlere baktığınızda da aynı şey geçerli. En büyük iklim krizleri ve depremlerden sonra o bölgede de hızlı bir gelişme yaşanabilir.

Her zaman kötü görünmemelisin. İnsan en kötüsünü deneyimlediği için daha yaratıcı olur. Bu durumdan en kısa sürede nasıl çıkılacağı düşünülürse, kalkınmada veya medeniyette bir sıçrama görülebilir. Afetler aynı zamanda durumu değerlendirmek için de bir fırsattır.

Depreme hazırlıklı olmak için hangi bölgeye özellikle dikkat edilmelidir?

Türkiye’nin her yerinde hazırlıklar konusunda dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü şu algı da yanlış: Mesela Konya’ya taşınsak depremden etkilenmeyeceğiz. Böyle bir niyet yanlıştır. Titremeler bazen sağa gösterip sola vuruyor.

Bazen uzak depremler yüzlerce kilometre uzaktaki bir şehri yok edebilir. Örneğin 1985 yılında Mexico City’den 300 kilometre uzakta okyanusta bir deprem meydana geldi ve Mexico City yerle bir oldu. Binaların altındaki zemin kötüyse ve buna uygun binalar yapılmazsa o şehir depremden daha fazla etkilenir ve altında herhangi bir fay olmasa bile binalar çökebilir.

“Hızlı ve öncelikli hareket etmemiz gerekiyor”

Bildiğim kadarıyla 500 binin üzerinde bina hasar gördü. Bu çok önemli bir rakam. 11 ilde daha yıkım bitmedi. Bittiği söylenen bölgede bile hâlâ yüzde 20 yıkılmamış bina var. Geçen gün Adıyaman’daydım. Hemen ana cadde üzerinde sağda ve solda yıkılmamış binalar var, onları da ayrımcılık adı altında yavaş yavaş yıkıyorlar.

Demiri, kumu, çakılı vb. ayıklıyorlar. Bunun çok yavaş bir sistem olduğunu düşünüyorum. Yerlerine yeni yapıların inşa edilmesi gerekiyor. Bunlar henüz başlamadı. Pek çok insan bir yerlere göç etmiş ya da mülteci olarak, çadırlarda, konteynırlarda yaşıyor. Bu insanların sağlıklı bir yaşama ve bir yuvaya sahip olmaları gerekiyor. Devletin var olduğu yer burasıdır. Başka bir deyişle biz bir sosyal hukuk devletiyiz. Dolayısıyla hiçbir vatandaşımıza dışarıda soğukta öl diyemeyiz.

Depremde ölürüz diyemeyiz, mutlaka bir çözüm bulmamız lazım, hızlı ve seçici davranmamız lazım. Tercihli olmaktan kastım şu: Mesela bir sonraki depremde İstanbul büyük zarar görecek. İstanbul’daki bina sayısı 2 milyona yakın. Bunların hepsini yıkıp yeniden mi yapacağız? Bu mümkün değil. Dünyada böyle bir proje yok. Ne yapacağız peki? En acil olanlarla başlayacağız.

“Türkiye’nin en önemli projesi depremdir”

Önlem alırsak, deprem erken gelirse büyük hasarların ve can kayıplarının önüne geçmiş oluruz. Tercihimiz bu yönde olmalıdır. Yani bir ülkenin kalkınmasında belli talepler ve ihtiyaçlar vardır. İstiyor musun, ihtiyacın mı var? Devletin bu tercihi kendi projeleri içerisinde yapması gerekiyor. Bu daha iyi olacağı anlamına gelmiyor. Bu bizim ihtiyacımız mı?

En çok neye ihtiyacımız var? Ona bakmak gerekiyor. Bana göre Türkiye’nin mevcut kalkınma hamlesindeki en önemli proje depremdir. Deprem çözülmeden yatırım yapmanın bir anlamı yok. Çünkü bütün o yatırımlar, bütün fiziki yatırımlar boşa çıkmayabilir. Devlet o kadar zengin değil. Üstelik Türkiye’de güzel olan sadece Marmara Bölgesi ya da İstanbul değil.

Çok güzel yerlerimiz var. Oraya yerleştiğinizde çok güzel şehirler yaratabilirsiniz. Atatürk bunun en güzel örneğini Ankara’yı başkent yaparak göstermiştir. Bir bozkırı başkente dönüştürdü. Yani olabilir. Halen kullandığımız, en ünlü mimarlarla meydanlar, sokaklar inşa etti. Anadolu bozkırları bu hale dönüştürülebilirse Türkiye’de çok güzel yerler var. Burada da çok güzel yerleşimler oluşturulabilir.

“Deprem bölgesindeki insanlar afet istismarının mağduru”

Depreme dayanıklı şehirler yaratabilmek için binalarımızın sağlam olması gerekiyor. Bundan sonra insanlar hem ruh sağlıklarını hem de fiziksel sağlıklarını korurlar. Güvenli şehirler kurmak daha ucuz bir yöntem ama deprem öncesi hizmet vermek pek popüler değil. Krizde yardım etmek daha çok tanınmaktadır. Bu yüzden insanlar krizleri sever.

Özellikle yöneticiler için deprem sonrasında “Sana ev veriyorum” demek daha yaygındır. Ancak depremden önce daha ucuz, daha güvenli ve daha sağlam binalar üretmek mümkün. Şu anda deprem bölgesinde garip fiyat artışları yaşanıyor. Demir, çimento ve personel değerlidir. 10 liraya yapılan işi 50 liraya yaptıramazsınız, bunu da kimse kontrol edemez. İnsan yok çünkü iş gücü yok.

Peki bu arzu edilen bir durum mu? Eğer bunu depremden önce yapsaydık bu kadar değerli olmazdı ve bu kadar çok insan ölmezdi. Bizim ülkemizde de biraz afet arayışı var. Ahlaki erozyondan kastım budur. Herkes elindeki malı 3 lira yerine 5 liraya satmaya başladı. Bu pek ahlaki bir davranış değil. Özellikle deprem bölgelerinde insanlar çok mağdur oluyor ve çok şikayetçi oluyorlar.

“Medeni insan tehlikenin farkındadır”

Deprem düşmanımız değil, ondan çok şey öğrendik. Depremler sayesinde dünyanın içini bilimsel olarak biliyoruz. Aksi takdirde dünyanın katmanları olduğunu, magmanın ve çekirdeğin olduğunu, dünyanın manyetik güce sahip olduğunu, yeryüzünde radyoaktif elementlerin bulunduğunu, volkanların bulunduğunu bilemez ve tanıyamazdık.

Bunları depremler sayesinde biliyoruz. Ayrıca genç bir dağ neslindeyiz. Bu nesil, İspanya’dan Endonezya’ya kadar her ülke şoku yaşıyor. Bu çok normal bir şey ve deprem süreci devam edecek. Bugün bitmeyecek ama hazırlıksız olursak bu acıyı her defasında yaşayacağız. Deprem konusunda kesinlikle rehavete kapılmamak gerekiyor. Medeni insanı da tanımlamak gerekir.

Medeni bir insan olarak düzgün bir evde yaşayan, iyi bir araba kullanan, lüks içinde yaşayan birini algılamamalıyız. Medeni insan, tehlikenin bilincinde olan ve tüm davranışlarını ve yaşam tarzını buna göre düzenleyen kişidir. Çünkü tehlike sadece deprem değil; Dışarı çıktığınızda her türlü deprem olabilir. Metroda, gemide, tünelde onlarla karşılaşabilirsiniz. Nükleer bir saldırı ya da terör saldırısı olabilir. Daha az zarar görmek için kendimizi eğitmeliyiz. Dolayısıyla uygar bir insan olarak bunlar karşısında ne yapmamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor.

“Çocuklara verilen eğitimle afet kültürünü aşılamalıyız.”

İlkokul çocuklarına ne öğretirseniz onu sünger gibi emer ve uygularlar. Çocuklar ebeveynlerine bile öğretirler. Çünkü yetişkinler olarak ne görürsek görelim belli bir yaştan sonra içselleştiremiyoruz çünkü çocukluğumuzda görmemiştik. O yüzden bu şekilde bir nesil yetiştirebilirsek bunu başarabiliriz. Bir 10 yıl daha yeterli olacaktır, çok fazla değil. Afet kültürünü ilkokuldan başlayarak, hatta anaokulundan itibaren 10 yıla kadar insanlara aşıladığınızda korkmayın.

siverek-haber.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu